Fotoğraf: Umay Umay

17 Aralık 2012 Pazartesi

"De" halinden hallice

Kendi hayatımın yanlış öyküsü olduğumu, yağmurun altında değil, sıcak suda anladım. Yanlış yazılmıştım. Üstü karalanmış bir kaç kelime vardı, yeni anladım.

Üstelik imla hatasıydım kendi öykümün. Bulunma halindeyken birleşik yazan "de" eklerini de tam anlamamıştım. Sanırım bunun bir anlamı vardı. Bir tek cümleler sizi birlikte yazar demenin farklı bir yoluydu hayat diliyle. Ben ise tam olarak yanlış yazılmış bir "de" ekiydim hayatımın hikayesinde. Ve okurken batıyordum, ses tellerime.

Çıkışlarım olurdu. Ani çıkışlarım, acil çıkışlarım. Neye çıkıştığımı dahi anlatamazdım. Başa sarmayı seven şarkıydım. Hiç unutmamayı bana, buydu hep hatırlatan. Kahve fallarında "Sizin yolunuz bir türlü kesişmiyor" diyenlere inat, parmağımla telvelerden yol yapardım, birleşen. Tek başıma yürürdüm o yolları ve zaten kendim bile inanmazdım kuşların temiz haber getireceğine...

Tek başıma gittiğim o yolları da bir türlü anlatamadım zaten. Geri dönerken yanımda açılmayan kapılar, firketeden bozma anahtarlar bir de "Ben seni anlıyorum"lar aldım. Hiç birinizi anlamıyordum aslına bakarsan. (Ama maymuncuk her kapıyı açar.) Hiçbirinizi affetmiyordum. Unutmayı sevmiyordum işte. Hızlı koşuyordum, çabuk düşüyordum, aptal oluyordum, DELİ oluyordum. Hep yanlış yazıyordum...

Ben kendi cümlelerimi dinlemek istiyordum senin ağzından. Al, yine delirdin sen, deme bana. Uzak duruşlarına mazeret olamaz. "Ben de" diyerek başlanmaz hiç bir cümleye. Seni seviyorum'un cevabı seni seviyorum'dur. "Ben de" değil. Sorularının cevabı bende değil. Bak benim ayarım kaçık, bak benim düzenim bozuk. Ben kendi şiirimde bile tam kafiye olamayacak kadar sorumsuzum. Ben seni yarın sevmezsem ne olacak? Ben yarın bugüne kaçarsam kim bulacak? Ben zaten affetmiyorum ki, zaten hep katil oluyorum.

Bekle ama, bekle. Bir gün doğrusunu yazdıracağım ben "de" hikayemin ayrılma hallerini. Falda yollar falan çıkmıyor zaten. Ben sadece kalem almaya gidiyorum. Bir de kahveyle sigara ekliyorum. 5 para etmiyorum. Ben gelmiyorum. Kendi hikayemi bile seyirci gibi yanlış yazıyorum. Bak beni izlemiyorsun, reklamlarda uyuya kaldın. Sen "de" zaten yanlış yazılmış gibi gözüme batıyordun.

Bak ne diycem, benim öykümün bazı sayfaları eksik, bi kahve içelim de bakalım neredeymiş....

12 Kasım 2012 Pazartesi

Sana yalan söylediler, niye bana söylemediler?


Aynı yerde aynı şeylere ağlamak, bizi yıllar önce çok ağladığımız bir yaz akşamına götürmez. Bir gece yarısı aynı şeye gülüyor olmak, daha beter süründürür. Gülüşüne kurşun sıkasım geliyor, mahallenin delikanlısı gibi. Aynı taşa takılıp düşmek gibi, aynı noktada.
Hep dinlerken anladım, konuşurken söyledim. Sana binlerce kez söyledim aynı şeyi, saf olman, seni oksitlendirecek bir çözeltiye çevirmeme engel değil. Zaten nereye ya da kime kaçtığın da mühim değil. Sen hep kendinden kaçarken, kendine saklanıyorsun zaten. Seni hep bir porselen bebek suratı kurtarıyor. Neyin olayım istersin? Kahveni nasıl istersin? Beni nasıl terk etmek istersin? Böyle iyi mi, hiç gelmeden? Rahat mısın orada öyle? Benden hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapmamı nasıl istersin? Şuan ateş edebilirim sana, göz çukurlarına top mermileri gömebilirim. Aynı şarkının aynı yerindeyiz ve sen bir üstümdeki söze takılıp beni dinlemiyorsun bile. 
Ne yani bir tek sen mi acı çekeceksin bu hikayede? Yine başladığımız nokta. Kime ait olduğumuzun da önemi kalmadı. Bana yakışmıyor oğlum, edebiyat kitaplarındaki tecahül-i arifler. Kahve içeyim diyorum, kahve. Selma ablaya gideyim diyorum, iki lafın belini kırarız diye. Sen aşıksın diyorsun, Selma abla kalbimi kırıyorsun. Odasının manzarası bile yok diyorum, hiç afilli değil Selma abla, “Bence manzara güzel” diyorsun. 
Yok diyorum, yok.  Etine de sözüm geçerse olmaz. Sözümü geçireceğim derken, dişimi geçirirsem ne olacak. Sabah sabah rakı mı içelim, onu mu istiyorsun? Bak diyorum, ben seni seversem, anlamımı kaybederim. Gizli gizli sevmelerin, yere düşmüş sakızı kimse görmeden çiğnemenin pis zevkini kaybederim.  Bok var çünkü kavuşamamakta. Seni başka sularda yüzerken izlemek, cankurtaranlar gibi sahilden…Tüh şarkı bitti, zaten edebiyata meyilliyiz. Bu gece Turgut bize uyar, bayağı içeriz bence. 
Korkularımı da yitirdim. Seni artık gözümün önünde ağırlıyorum. Bitmedi, bitmedi…
Şarkılardan anlam çıkarıyoruz, “Bak bu söz sanki bizim için yazılmış, bak burası hayatımın ön sözü” demek 5 çayında yenilen ay çörekleri gibi olmuş. İlaç olarak alıyoruz gece yarısı tebessümleri. Birbirimizden çalıyoruz, zamandan kazanıyoruz böylece. Hadi bunun adı da aşk olsun o zaman diyoruz. Hem içmiyoruz, hem ayılamıyoruz.
Bile bile susuyoruz. Olacaklardan korkuyor olmanın ödlekliği. O kadar korkaksın ki, kafana sıkmak istiyorum, sıkarsam gider misin? Benim aşkım evde değil, seninki de gezmeye gitmiş herhalde. Baksana daha yola çıkmadan illegal aşklarımızdan, trafik kurallarına uymaya başladın. Kırmızı ışıkta durup, neyi bekliyorsun? Burada benzin falan yok, burada peynir gemisi lafla yürüyor. Tabi bekle sen, birileri şarkılardan anlam üretsin, isimden fiil üretsin, Selma abla sen ne yalancısın, rezil olduk iyi mi?Gelmeyeceğim bir daha size. Beni onunla kandırıyorsun.
Oysa ben her şeyi burada bırakıp, yanına gelmek istiyorum. Ne gülüyorsun şerefsiz, burada dinleyecek başka şarkı kalmadı. Çok da güzel süründürüyorsun şerefsiz. Ben de beklemiyorum artık seni, oh canıma değsin. Giydim pijamalarımı, sildim makyajımı. Hiç bir güzellikle beklemiyorum seni, gizli gizli gelmeni istemiyorum. Ağlamanı da beklemiyorum, anlayabilirsin. 
Ama yazmaktan vazgeçtiğim gün, sağ omzunun üzerinden kafamı uzatıp, hadi gel diyeceğim. O güne kadar seni seviyor olmak, Selma ablanın uydurması.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Resmi evraklara kalp çizmem yeterli.


Bazı günler ağzıma limon kolonyası damlatılmış gibi bir acı tatla uyanırım. Bazı günler hepinizin ağzına dişlerini dökmüşçesine keyifli. İşte bu günlerin herhangi biriydi, hikayemi çaldırdım. Tam burada okuyordum onu, yemin edebilirim. Ne ara yürüttü içinizdeki sinsi? Ha-ha! Evet, hikayemi sen çalmışsın. Yüzünde hükmen mağlup bir sefalet var, vakur durmaya çalışma lütfen. Sen benim kalemimi çalsan, diskalifiye edilecektim oysa ki. Kalem burada, ben de oturdum yenisini yazdım. Çünkü benim masallarım bin bir gece sürmez. Hikayen olsaydı eğer, eminim hırsızlığın suç olduğunu, ilahi adaletten çalardın. Şimdi pencerenden baksan görebileceğin bir yerde kahve içerken yazıyorum bunları, İstanbul’un etrafı gözükmeyen herhangi bir yerinde kahve içerken okuyabilesin diye. Bunları da çalabilirsin, yeni şarkı sözleri yazarım. Şarkılarımı da birlikte çalabilirsiniz, birlikte dans ederiz.

Hatta sen beni çalabilirsin ve mobese kameralarını kırmana yardım ve yataklık edebilirim. Çünkü o yatak da benim. Ben senin sevdiğin hikayelerden değilim aslında. Ağzımda gülücükler açmışken, içimden modifiyeli bir Kartal bangır bangır Ahmet Kaya çalabilir. Korkarım güzelim, korkarım. Hoppala! Kasetlerimi de mi çaldın? Kasetlerimle saçlarını boyayamazsın ki, hem hoşgelen hikayeler mi yazılırmış kurşun kalemle? Kurşunlar, bir tek senin arabesk kokulu cümlelerini süsleyebilir. Benim neşe ile emzirilmiş milyonlarca kelimem varken, çalıntı sıfatın için ehliyet alman gerekir senin. Benim resmi evraklara kalp çizmem yeterli. Şimdi adına denileni bilmiyorum, ama bana Duygu diyorlar. Ona bile cevap vermiyorum artık. Adımlarım beni doğrulara götürecek kadar kendinden emin. Ama hiçbir araç seni gerçeklerden kaçıracak kadar hızlı değil. Şimdi yüz yıllık rüyanı gerçek sayıp, uykularını resmet. Ben uyanıkken bile gülümsüyorum. Bilmiyorum elinde ne var, bıçak ya da ustura. Bir sabah uyandığında hikayem seni ağlatacak ama, hem de kustura kustura. Bak şimdi yine gülümsüyorum. Ben koskoca İstanbul’dum, sen de kendini bendeki izden-bul. Hani bugün, benim geri kalan hayatımın ilk günü ya sahi, senin kırkının çıkmasına kaç gün kaldı peki?

Şimdi kahvene biraz “güle güle” koy ve karıştır. Zaferime “iyi ki yapmışım” adını veriyorum.

6 Haziran 2012 Çarşamba

Sonra


Başkaları için imkanlı olan, bu yüzden başkalarına atfedilen her “merhaba”sının sizin cinnetiniz olduğu birinin, gün gelir kadınıyla aynı şiiri okursunuz, aynı odada, bilmeden.
Sonra…Sonra ne mi olur?
Ben evlendim.

6 Mayıs 2012 Pazar

Uyandım,yandım,andım


Fotoğraf: Ahmet Ayık

Durdum birden. 1'den geriye doğdu saymak için doğruldum. Bazen bir rüya görür insan, seneler alır ayılmak.  Uyandığımda, kalemden af diledim. Yazmak istedim. Rüyalar yazılmaz, ben yine kendime
yalan söyledim. "Kelimeler bazı anlamlara gelsin istedim." Kelimeler değil miydi herşeyin başlangıcı? Ha bir de çene kemikleri. Ben çene kemiklerinden çok korkarım. Bir gülümsemeyi de,
bir "hoşça kal" ı da yine aynı kemikler doğurur. Ben birinin yüzünde, en çok onları unutmam. Sakladığım bunca kelime üzerime yürürken öfkeyle, farkettim. Kelimeler uzun zamandır ilgilenmediğim
çocuklarıma benziyorlardı.

Kendime yasaklarım var, kendime kimsesizliğim. Bir çok hiçkimsem var. Kimi şarkıların hapishanesinden firar etmişliklerim var. Yaşamaya hevesi olsa, doğumgünü de kutlardı. Saniyelerden kaçamıyor
insan. Zamandan kaçamıyorsan, daha hızlı yürüyorsun. Kimse kimsenin falına bakamaz, kimse kimsenin yanında olamaz. İçli bir kahve de yoktur aslında. Kalesi düşmüş bir kraliçenin, dizleri çürüyene
dek ettiği duaların hiçbirinde Tanrı yoktur. Benim hiç erkek çocuğum da olmadı üstelik. Keşke seni savaşta kaybetseydim. Ama ben savaşırken saklandın sen. Rüyaydı bu, uyandım galiba. Kime
yazdığımı bile bilmiyorum hala.

En çok kendi derisini yüzen insan bilir terkedişi. Ben gökyüzüne atlamak istedim. Hep aşağı mı düşmek gerekir ölürken? Yalnızlığı tercih etmekle, yalnızlığa mecbur bırakılmanın farkını bilir düşen insan.
Kendi derime düşman an'lara sahibim şimdi. Kendi kalbim, bana siktir çekti. Üzgünüm bile diyemiyorum. Uçağın camını açıp, içeri bulut almak istiyorum, annem bana kızıyor. Bulutlar gaz değil anne,
ben de çocuk değilim. Kedime bir sigara uzatıyorum, yakıverecek ansızın sanki. Sonra diyorum ona, sonra. Çünkü sonra bütün ölümlerin başlangıcıdır. Ya sonra?

Boğazını sıkasım var İstanbul'un. Kim anlayacak ki? Öldüresim var. Zaten gözyaşları mobese kameralarına takılmaz. Onlar bir tek hırsızları yakalar. Ama seni bulamazlar. Sen benim şarkımı çaldın.
Sonra biri başka bir şarkıyı çaldı ve "ölürsün" dedi. Yine de çaldım o şarkıyı, ben çalmasam yine duyulurdu. Yeryüzünden gökyüzüne intihar eden kişi ben olsaydım dedim. Sen beni bilmiyorsun, sen
şarkılardan anlamazsın, sen yazamazsın. Aylardan mayıs olması hiçbir şeyi değiştirmez. Bilirsin çimen kesiklerinin kokusu, kağıt kesiklerine benzemez.

Bir kaç dua biliyorum, adımla başlıyor. Bilmediğim bir soy adıyla son buluyor. Benim değil ama, benimmiş gibi. "Seni seviyorum" kadar edebi bir cümle daha okumadım ikinci yeni'de. Adım artık bir
anlam taşımıyor. Ben serin geçen yazlardan korkuyorum. Aynı ışık doluyor odaya, bir kasedi bir kalemle geriye sarıp dinliyorum, sonra o kalemle yazıyorum bunları. Kedim sigara kullanmıyor zaten.
Mavileri de, siyahları da siktir ediyorum. Hiç argo kullanmaya fırsatım olmayan bir adama, uzunca bir şarkı söylüyorum. Beyazları ne yaptım, bilmiyorum. Uyuyorum bu gece, sokakta adım çınlıyor.

Duruyorum birden. 1'den geriye sayıyorlar. Kabuslar içinde uyuyorum. Ağrılar içinde uyuyorum. Parkta, bomboş bir bankta uyuyorum.
Ben hala neden yazdığımı, bilmiyorum. Tüm şehir üzerine kussa da, affedebiliyorum seni.

Ansızın uyandım. Küçülen gözlerin arasında, kısa kirpikler gördüm. Gülüyor muydu, acı mı çekiyordu anlamadım.
Kimse gerçekleri duymak istemez. En azından kendinden duymuyorsa.
Uyandım. Bir yaş daha aldım. Galata'ya gittim. Kule dibine oturup, bir kahve ısmarladım.
Bir kahkaha attım, gökyüzüne yaslandım.

4 Mayıs 2012 Cuma

Kanlı bu masal Derman Abi

...
o dev hisle sen mayıstın ben mayıstım 
herşey ama herşey elele mayıstı 
seni o yüzden bağışladım! 

uzanıp topraktan çıkardın beni 
tozumu sildin, hohladın, parlattın 
ovdun ve okşadın beni 
çıktı içimdeki cin; 
ondan 
-gidecektin, mecburdun, hepsi gibi- 
affını diledin. 

mayıstı.mecburdum. 
seni o yüzden bağışladım!


Derman iskender Över

29 Şubat 2012 Çarşamba

kısa

Acını yazamadığın gün mutlusundur.